KUTB-ÜL AKTAP! İLE HASTANE ODASINDA
Sanırım 1987-88 yıllarından biri idi. Eleşkirt’te DSİde çalışıyorum, ev Erzurum’da, hafta sonları eve geliyorum, amca oğlunun taksisinde çalışıyorum, bedeli ise Cumartesi akşamı Tufanç ‘a üstadım görmeye gidiyorum.
Birgün yürüyerek durağa geliyorum, hastanenin önünde iki çok samimi arkadaşa rastladım, kol kola girmiş hastaneye gidiyorlar. Selam verdim, sorunca;
-Hastaneye Kutb-ul aktab gelmiş onu ziyarete gidiyoruz, hadi beraber gidelim. dediler. Şakayla
-Akıllı olun, kutbul aktab gelse haberim olur, dedim gülüştük. Israr ettiler bir bir koluma, diğeri diğer koluma girdi sürükleyerek gittik.
Yatağın üstüne oturmuş bir ihtiyar, etrafında birkaç sakallı, takkeli genç el-pençe divan bekliyorlar.
Selam verdim hemen yanındaki yatağa oturduk, sıradan bir yaşlı havasında, ilmin ve rfanın o etkileyen , kendini hissettiren vakar ve karşıtarafa güven veren o ağırlık yoktu. Selam kelamdan sonra özellikle ilim durumunu ve silsilesini merak etmiştim. Sormaya başladım; Tarikatını sordum, Mevlevi tarikatı diyince şüphelerim iyice arttı. Çünkü kendisini şeyh zannedenlerin en çok rağbet ettikler Mevlana sonra Kadiri tarikatı çünkü ismi en çok duyulan zatlar bunlar. Şeyhini sordum ben üveysiyim dedi nasıl yani dedim,doğrudan Mevlana hazretlerine bağlıyım. Dedi. Tövbe aldığın, el tuttuğun zatı soruyorum dedim,
-Ben kimseden el tutup tövbe etmadim, doğrudan benim şeyhim Mevlana deyince artık hiç şüphem kalmadı.
Peki bu konuda eğitiminiz, tahsiliniz nedir, medrese gördünüzmü? Dedim
--Mesneviyi tashih! Ettim dedi. Anlayamadım çünkü tashih kontrol etmek,düzeltmek anlamına gelir. Tekara sordum aynı ceabı verince,
--Nasıl yani, Mesnevinin ne yanlışı varki, tashih ettiniz deyince sunturlu bir estağfirullah çekti,
--yani baştan sona şey ettimdiyince “tetkik” yerine ilminin çokluğunda “tashih” kullandığını anladım. Böylece ilminin derinliği de belli olmuş oldu.
-Ee bu iş nasıl başladı? dedim. Kurulu bir oyuncak araba gibi çok hızlı bir şekilde adeta nefes almadan anlatmaya başladı.
--“bir gün camide namaz kıldım bitince yanım biri geldi koluma girdi gel seni bir yere götüreyim dedi, yürümeye başladık biraz yürüdükten sonra yuarı doğru yükselmeye başladık, yükseldik biraz sonra baktım ki Ali orda. Kim bu Ali dedim, daha dedi Hz. Ali yani Ali bin ebi Talip mi evet, dedi ve devam etti, saki nefes almıyor o kadar hızlı anlatıyor.
Daha sonra Osman’a (yalın ismiyle , yakın arkadaşıymı gibi) rastladık biraz daha yükseldik Ömer.. burda araya girdim “Olmaya buda Hz. Ömer ola” dedim başıyla tasdik etti bir nefes alıp devam etti, sonra da tabiatıyla Ebubekir… sabırla ve biraz hayretle dinliyorum
Bir yere geldi ki beni götüren dedi ki ben artık burdan öteye gelemem, gelirsem yanarım. Dedi
Etrafında millet hayranlıkla, vecd içinde dinliyorlar. Ankara’dan, İzmir’den İstanbul’dan gelip hizmet için sırada bekleyenler var.
Ben artık dayanamadım ve doğrudan hiçbir nezaket sözüne gerek duymadan;
-Hacı amca bu kadar yeter, mesele anlaşıldı. Sen Miraç olayını anlatıyorsun faakat o Efendimize mahsustu artık kimse öyle bir şeye mazhar olamaz. Senni cinni taifesi aldatmış, o yolda gördüklerin de dört halifemiz le hiç alakaları yok, sen alim değilsin, o zatlarn şemaillerini de bilmiyorsun
Bu yüzden seni aldattılar. Senin yapacak bir şeyin var. Bir an önce tövbe istiğfar et ve hatta alim olan kamil bir mürşid bul bağlan yoksa hem sen helak olursun hem de sana inanan bu kadar ihlaslı insan ziyan olur, yazıktır.
Sana benim söyleyebileceğim şu ki; Allah c.c sana bunu sorarcevap veremezsinde, Ya Rabbi ben bilmiyordum, bana söyleyen olmadı dememen için bu kadar milletin şahadetiyle ben sana söylüyorumki o gördüklerin cinniler seni aldaıyorlar, senin çok yüksek makamlarda olduğan inandırmaya çalışıyorlar. Kendini ve etrafındakileri helak etmeden tövbe et ve alim ve kamil bir zata bağlan, Allah affeder inş. Benim sana söyleyeceklerimde bunlar demeki bana diyen olmadı, tekrar ediyorum bu insanlar şahit olsun ben söyledim.” Dedim.
Bir şeyler söyler, bir savunma yapar hatta bana belki kızar diye bir dakika kadar bekledim ama tek kelime dahi etmedi. Ve bizde müsaade isteyip kalktık, kapıdan çıkana kadarda hep kulağım ondaydı, birşeyler söyler diye.. ama tek bir kelime dahi etmedi.
Odanın dışına çıkınca müritlerinden biri ki İzmir’den gelen yanıma geldi;
-ya sen zamanımızı idare eden! Kutb-ül Aktab bir zata neler söyledi, öyle çarpılırsın şimdi.
Yirmi beş yaşlarında ihlaslı görünen görünen zavallı genç o kadar inanmışki onun kutupluğuna.
Dedim ki;
-Bak kardeş sen çok ihlaslı bir insansın, bana kutub ne demektir söyle onun kutupluğuna inanayım, hem onu göreyim daha yakınındaydım neden çarpmadı, elinden ne geliyorsa yapsın fakat sana bir şey söyleyeyim iyi düşü kardeşim. Asıl bu ihtiyar amcamız kendi çarpilmış cinlere haberi yok ben haber verdim gerisi size kalmış. O da artık ses çkarmadı ve çıktık.
Gerçekte insanları en çok delirttikleri noktalardan biriside bu yöntem. Etkisi altına aldıkları kişiye daha çok mehdi veya peygamber, gavs olduklarına inandırıorlar sonra da rezil rüsva ediyorlar.
Mersin ded daha ehvenine rastladım. Muğdat Camisin çay ocağında otururken bunun bazı konuşmalarını, anlattıklaını duydum, az şüphelendim. Çoktan beri oralarda yaşayan ve cemaatin çonu tanıyan Emniyet amirliğinden emekli bir gönül adamına sordum, Hocam kim bu tanıyormusunuz ? dedimde gülmeye başladı.
-bir gün ben ona sordum da sen ne iş yapıyorsun, bir görevin var mı? Diye biraz da mahçup bir tavırla Muharrem abi inanmayacaksın ama ben MEHDİYİM. Dedi ve biraz da acıyarak tebessüm etti.
KUTB-ÜL AKTAP! İLE HASTANE ODASINDA :
Google'da Ara
KUTB-ÜL AKTAP! İLE HASTANE ODASINDA